Modern.az

Sevərkən vazgeçilmez

Sevərkən vazgeçilmez

Güncel

5 Kasım 2025, 12:00

(Bakımızı anarken)

Şehirlerin de insanlar gibi farklı kaderleri vardır. Şans eseri birçok ülkeyi gezmiş biri olarak, giderek daha fazla anlıyorum ki, her şehre çağıran ve bırakmayan o manyetik çekiciliğe sahip olmak nasip olmaz. Bazı şehirler güzeldir ama soğuktur. Diğerleri güzeldir ama hemen kabul etmezler. Her şey — mizaçta, mekanın ruhunda ve elbette şehir sakinlerinin hayata olan zevkinde yatar.

Bana göre Bakü'yü ise oraya bir kez bile olsa yolu düşen herkes sever. Tam da yolu düşen — sadece duyan değil, sadece geçip giden değil, bu havayı soluyan, deniz üzerindeki ışığı gören, güneşini ve tuzunu hisseden. Bakü ilk bakışta, ilk nefeste büyüler. Orada yaşamış olanlar için ise şüphesiz — yeryüzündeki en iyi şehirdir. Tartışmasız. Yerli Bakülüler için — hele ki. Ve sadece mimarisi, temizliği, güneşi ve denizi yüzünden değil. Haklı olarak gurur duyacak çok şeyimiz var!

Şehrim Hakkında


Şehrin çok sesliliği, polifonik yapısı, özel aurası kendine çekmemesi mümkün değil. Биз дя Гядрини биляк! Ve bu — gençlik yıllarına duyulan özlem değil, dudaklardaki helva tatlılığı değil. Bu — kendi Şehri hakkında canlı, samimi bir yansımadır. Bir zamanlar, Sovyet eğitim sistemi üzerinde önemli bir etkisi olan ünlü düşünür John Dewey şöyle demişti: «Akıl — bir isim değil, akıl — bir fiildir». Ve bu sözlerde — öz yatar. Çünkü mesele, anlayan, minnettar bir insanın etkinliği, geçmişe karşı sorumluluğudur. Bir bakış — muhakeme ve hafıza optiği. Şehrin görünümündeki devasa değişiklikleri görmek önemli, ancak tarihini de görmek — hiçbir anından vazgeçmeden. Zamanın dokusu içinde Bakü'yü anlamak, kabul etmek ve sevmek.

Son zamanlarda SSCB'nin kaderi hakkında birçok program yayınlandı. Bu ülkenin tarihi — hayatın kendisi gibi karmaşık, çelişkili. Ama hafızada ilk canlanan — gerçekler ve tarihler değil, o zamanın tadı: gazete kağıdı kokan sabah, endişenin umutla karıştığı radyo sesleri. Çalkantılı 80–90'lı yıllar. Çağın ağır, huzursuz nefesi. Çok iyi hatırlıyorum: o acı Ocak günlerinde kaderin cilvesiyle Küba'da bulunmuştum. Biz, Sovyet uzmanları, koridorlarda yabancı rüyalardaymış gibi dolaşıyorduk — radyo dinliyor, söylentiler yakalıyor, gözlerimize inanamıyorduk. Sanki büyüdüğün dünya dikiş yerinden çatlamış ve sen, hayatın şimdi hangi tarafta olduğunu anlamadan duruyormuşsun gibi bir his vardı.

Nasıl yani? Biz tek bir ülkeydik, tek bir halktık… Ama anlaşıldı ki — tam olarak değilmiş…

O zamanlar garip bir yabancılaşma ve acı karışımı getirdi. Bu seçici zulmün arka planında, yaşananların yabancılığı özellikle keskin bir şekilde hissediliyordu — sanki biri gerçeği gri, soluk bir kopyayla değiştirmiş gibi. Ama, шюкюрлар олсун, şimdi bu konuda sakince konuşabiliyoruz. Korkusuzca. Kin duymadan. Artık pişmanlık duymadan hatırlayabiliyor, sadece yaraları değil, yaşananlarda anlam arayabiliyoruz. Ve bu zaten bir mutluluktur — inkar etmek yerine anlamlandırmak.


«Tarih — geçmişe dönük bir peygamberdir»

Donmuş dogmalardan, dar, yabancı bir kabuktan çıkar gibi çıkıyoruz. Gözlerimizle değil, kalbimizle yeniden bakmayı öğreniyoruz. Tarih, bilge birinin yazdığı gibi, öğrenilmeyen derslerin intikamını alır. Friedrich Schlegel şöyle demişti: «Tarih — geçmişe dönük bir peygamberdir». Fransız bir gazeteci Deng Xiaoping'e Büyük Fransız Devrimi hakkında ne düşündüğünü sorduğunda, o doğulu bir gülümsemeyle şöyle yanıtladı: «Henüz sonuç çıkarmak için erken. Sadece iki yüz yıl geçti». Ve bu cümlede — Doğu'nun ebedi sabrı yatar. Onun asırlık bilgeliği.

Ama kendi sonuçlarımızı çıkarmamıza kimse engel olamaz. Her şey, geçmişten ne aldığımıza bağlıdır — ateş mi, yoksa kül mü.

Şair şöyle dedi: «Sözümüzün nasıl yankılanacağını tahmin etmek bize verilmemiştir…» Konfüçyüs ise daha önce hatırlatmıştı: «Sözleri bilmediğinde — insanları tanıyacak bir şeyin yoktur». Kendi tarihimizin sözlerini anladık mı? Dün ebedi görünen her şeyin yıkıldığı o hayat dokusunu anladık mı?

O zamanlar uçurumun kenarında duruyorduk — ve gelecekten gelen rüzgar soğuk kokuyordu. Ve Bakü aniden gülümsemeyi bıraktı. Her zaman güneşli olan şehir, sanki gözlerini gökyüzünün siperliğinin altına saklamıştı. Denizden gelen, tuz ve benzin kokan rüzgar, uzaktan gelen bir haber gibi endişe vericiydi. İnsanlar sokaklarda sessizce yürüyorlardı — sanki içinde hala umut barındıran kırılgan sessizliği bozmaktan korkuyorlarmış gibi.

Ve böyle zamanlarda adettendir, her delikten akıl verenler fışkırdı. Sanki tüm dünya, kendi dertlerini bir kenara bırakıp bize yaşamayı öğretmeye kalkışmıştı. Aynı yüzlere, aynı sözlere sahip bir uzmanlar ve kahinler ordusu. Ve her biri temin ediyordu: «Sadece böyle yapın. Tartışmayın. Şüphe için zaman yok! Yoksa sonsuza dek geride kalırsınız!» Ve o yılların reklamları bile neredeyse alaycı bir tonda yankılanıyordu: «Tüm seçim zenginliğine rağmen — başka bir alternatif yok».


Hayat — bir televizyon sloganı değildir

Ama hayat — bir televizyon sloganı değildir. O her zaman daha çok yönlü, daha ince, daha canlıdır. Hatta o kadar yüksek sesle bahsedilen kapitalizm bile — bir dogma değil, bir arayış, risk ve ilhamdır. Onda en güçlü olan değil, kendi özgün bir şeyini — beklenmedik, canlı, tıpkı kendi evinin penceresindeki ışık gibi — icat etmeyi başaran kazanır.

Bakü'nün tam kalbinde harika bir Muğam Merkezi var — müziğin rüzgarla konuştuğu bir yer. Denizin hemen kenarında durur ve akşam güneş ufukta batarken, sanki Hazar Denizi'nin kendisi bu kadim melodileri dinliyormuş gibi gelir. Duyarsın: kemançenin telli geçişi su üzerindeki bir ışık huzmesi gibi titrerken, şarkıcının sesi gittikçe yükselir, incelir, ruhun derinliklerine ulaşır. Ve bu anda hatırlamamak imkansızdır: sevdiğimiz her şey yaşıyor. Bakü yaşıyor. Ve sadece taşlarda ve sokaklarda değil — tonlamada, bakışlarda, yanımızda bir tılsım gibi taşıdığımız sözlerde.


Bakü — sadece haritada bir nokta değil

Uzun yıllar uzakta yaşadım ve yaşıyorum. Yine de, gözlerimi kapatmaya gör — işte o, benim şehrim. Nizami'deki akşam gürültüsü, kavrulmuş kestane kokusu, semaver başında tembel sohbetler, hala «seksek» oynanan avludan gelen çocuk çığlıkları. Ay ışığı altında ağır ağır nefes alan Hazar. Deniz her zaman insanlardan daha fazlasını bilirdi. Her şeyi görmüştü — hem sevinci, hem kaybı, hem de Bakülünün «benim şehrim» derkenki o özel, iç burkan şefkati. Bakü — sadece haritada bir nokta değil. O — bir ruh hali, kalbin özel bir tonlaması. Ve bu havayı bir kez soluyan herkes, artık unutamaz. Uzaklara gitse bile, bin hayat yaşasa bile — bunlardan biri yine de Bakü'ye ait olacaktır. Güneşin biraz daha parlak, çayın biraz daha demli, insanların biraz daha nazik olduğu o hayat.

Ve işte, gözlerimi kapatınca, yine sahilde duruyorum. Hazar'dan gelen rüzgar fısıldıyor, saçlarımla oynuyor, tıpkı çocukluğumda küçük gemilerin yelkenleriyle oynadığı gibi. Şehir etrafta nefes alıyor, yavaşça ve emin adımlarla. Çocukluk kahkahalarımızı, kaldırım taşlarındaki her adımı, sokakta söylenen her melodiyi hatırlıyor.

Bakü — sadece mimari ve sokaklar değil, kelimelerle anlatılamayan özel bir ruh halidir. Her bakışta, her seste, denizin taşlara vuran her hışırtısında yaşar. Ve zaman ne kadar ilerlerse, o kadar net hissedersin: şehir seni terk etmez. Hayatta ilerlersin, ama onun nefesi hala yanında, sessizce ve emin adımlarla.


Bakü içimizde yaşıyor

Akşam Bakü'sünün ışıklarını hatırlıyorum. Suda yansırlar ve her lamba — burada mutlu olduğumuzu hatırlatan küçük bir güneş gibidir. Ve bu mutluluk — kahramanca, gürültülü değil, sabahın ilk ışığı gibi ruhu ısıtan, sessiz, yumuşak bir mutluluktur.

Ve dünya kurallarını değiştirsin, şehirler kaybolup yenileri ortaya çıksın — Bakü kalır. O içimizde, sözlerimizde, anılarımızda yaşar. Koşulsuz, çekincesiz, hiçbir anından vazgeçmeden sevmeyi öğretir. Ve biz onu, onun bizi sevdiği gibi severiz ⸺ sadakatle, tutkuyla, sonsuza dek.
 

Ağamalı Memmedov,
M.V. Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi Bölüm Başkanı, Sosyoloji Bilimleri Doktoru, Profesör

Facebook
Dəqiq xəbəri bizdən alın!
Keçid et
Ukraynadan ŞOK HÜCUM - Rusiya raketlərlə vuruldu