Modern.az'da “Kadim şehrin modern belaları” adlı yeni bir projeye başlanıyor. Bu proje kapsamında dünyanın çeşitli şehirlerinin tarihi değeriyle birlikte, onları rahatsız eden modern sorunları aydınlatacağız.
Rubrikamızın bu seferki yayını İstanbul şehrine ayrılmıştır. Tarihsel olarak birkaç devletin başkenti olan şehir son dönemlerde siyasi süreçlerin merkezindedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu bu yılın başında sorumluluğa çekildi, o dönemden itibaren şehirde siyasi gerginlik ve yönetimle ilgili tartışmalar daha da arttı.
İstanbul tarih boyunca bin yıllara tanıklık etmiş, kültürel ve tarihi zenginlikleriyle dikkat çeken, aynı zamanda sosyal ve şehirle ilgili sorunlarının karmaşıklığıyla öne çıkan şehirlerden biridir.
Haliç'in sahillerinden başlayarak Asya'nın ücra mahallelerine kadar uzanan şehir artık “tarihin beşiği”nden çok “modern meydan okumaların merkezi”ne dönüştü.

Her gün "deprem olabilir” hissiyle uyanmak...
Tarihi şehrin en temel sorunu beklenen "büyük deprem" olasılığıdır. Marmara bölgesinin aktif sismik bir bölge üzerinde yer alması İstanbul için en büyük doğal risklerden biridir. 1999 Gölcük depreminin izleri hala unutulmadı. Uzmanlar, önümüzdeki 30 yıl içinde İstanbul'da 7 ve daha büyük şiddette bir depremin meydana gelme olasılığının %70'ten fazla olduğunu belirtiyorlar. Şehrin yoğun nüfusu ve altyapısı, depremin sonucunu felaket boyutuna taşıyabilir.
İnsanların çoğu yaşadığı binanın depreme dayanıklı olup olmadığını bilmiyor. Eski yapılar, ruhsatsız binaların yaygınlığı ve güçlendirme çalışmalarının yeterince yapılmaması durumu daha da ağırlaştırıyor. Uzmanlar, şu anda İstanbul'da yüz binlerce konut binasının risk altında olduğunu ve geniş çaplı bir yenileme programına ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar. Ancak hem finansal imkanların kısıtlılığı hem de sakinlerin tahliyesiyle ilgili zorluklar sürecin hızını yavaşlatıyor.
İstanbullular için günlük hayat sanki beklenen “büyük deprem”in gölgesi altında geçiyor. Ebeveynler çocuklarının okulunun güvenliğinden, çalışanlar ise çalıştıkları binaların dayanıklı olup olmadığından endişe duyuyor. Her gün yeni uyarılar, uzman açıklamaları ve devlet programları gündeme gelse de, toplumun büyük bir kısmı hala kendini güvende hissetmiyor.

Nefes almaya yer kalmadı...
İstanbul'da resmi istatistiklere göre 16 milyondan fazla insan yaşıyor, ancak gayriresmi veriler bu rakamın hatta 20 milyonu aştığını gösteriyor. Her yıl yüz binlerce insan ülkenin çeşitli bölgelerinden ve komşu devletlerden İstanbul'a yöneliyor. Bu süreç ise şehrin zaten yetersiz olan altyapısını tamamen yüklemiş durumda.
Şöyle ki, planlama yapılmadan, sosyal hizmetler olmadan yeni mahalleler kuruluyor. Eski binalar ise ya depreme dayanıklı değil ya da şehir planlamasının dışında “gecekondu” tipi yapılar olarak kalıyor. Bu da kendi içinde şehrin merkezinde ve çevresinde sosyal tabakalaşmayı güçlendiriyor.
İstanbul'da kalabalık, insanların hayatında da sıkıntıya dönüştü. Sabah işe yetişmeye çalışan binlerce kişi aynı otobüse, aynı metroya sığışmaya çalışıyor, bazen nefes almak bile zorlaşıyor. Her yeni gelen için şehir biraz daha daralıyor, ama kimse buradan umudunu kesmiyor.

Gündüzü de, gecesi de trafik...
Yapılan araştırmalara göre, şehir sakinlerinin %60'ından fazlası günlük hayatında en çok endişe yaratan sorunun ulaşım olduğunu belirtiyor.
Sabah güneş doğmadan milyonlarca insan şehre akın ediyor, ancak işe ulaşmak bir yarışa dönüşüyor. Metrobüs duraklarında yoğunluk, köprülerde ilerlemeyen araç konvoyları artık İstanbul'un günlük manzarasıdır ve bu durum gece de, gündüz de değişmiyor.
Araştırmalara göre, şehir sakinleri her yıl ortalama 288 saatini trafikte kaybediyor. Pik saatlerde (sabah 05:00–08:30 ve akşam 18:00–21:00 arası) ana yollar, köprüler ve sahil şeridi trafiği felç ediyor.
Bu kalabalık sadece sinirlere değil, devletin cebine de zarar veriyor. Uzmanların hesaplamalarına göre, İstanbul'un trafik sorunu ülke ekonomisine yıllık 6–10 milyar dolar arasında zarar veriyor. Yakıt israfı, işe geç kalmalar, verimlilik kaybı ve lojistik giderleri bu meblağın ana kısmını oluşturuyor.
Hükümet ve yerel belediyeler çıkış yolu arıyor. Metro hatları genişletiliyor, yeni ulaşım projeleri gündeme getiriliyor. Akıllı trafik ışığı sistemleri test ediliyor, bazı köprü ve yollarda ücretli geçişler planlanıyor. Hatta yapay zekanın yol trafiğine entegrasyonuyla ilgili pilot projeler de hazırlanıyor. Ama tüm bunlara rağmen, şehir büyüdükçe, her gün yollara çıkan otomobil sayısı arttıkça sorunun kökten çözümü hala ufukta görünmüyor.

Şehir betonlaşıyor, yeşil alanlar yok oluyor
İstanbul büyüdükçe yeşil alanlar yok oluyor. Resmi rakamlara göre, İstanbul'da kişi başına düşen yeşil alan sadece 7,2 m²'dir. Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiye ettiği minimum ise 9 m², Avrupa'nın bazı şehirlerinde ise bu rakam 60 m²'den fazladır. İstanbul'un birçok mahallesinde ise park ve yeşil alan neredeyse “0”a yakındır.
Uzmanlar uyarıyorlar ki, şehrin hızlı betonlaşması insanların psikolojik refahına, hava kalitesine ve sosyal hayatına olumsuz etki ediyor. Özellikle Şişli, Beyoğlu, Kadıköy gibi merkezi semtlerde sakinler parktan uzak yaşıyor, çocuk oyun alanları ise azdır. Marmara Denizi'ndeki kirlilik, havadaki toz ve gazların artması, “deniz salyası” krizi de gösteriyor ki, doğa artık dayanamıyor...
Tüm bu sorunlara rağmen, İstanbul hem kadim tarihin hem de modern hayatın bir arada yaşandığı eşsiz bir şehirdir. İstanbul'u farklı kılan sadece Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi köprüleri değil. Burada yaşayan milyonlarca insan günlük zorluklara dayanarak İstanbul'u yaşatan temel güçtür.
Uzmanlar, deprem riskine karşı alınacak önlemler, ulaşımdaki akıllı çözümler, yeşil alanların korunması ve kentleşmenin planlı bir şekilde yönetilmesiyle şehrin geleceğinin daha güvenli ve yaşanabilir olabileceğini düşünüyorlar. En önemlisi ise toplumun da bu sürece katılması, şehrin sorunlarına kayıtsız kalmamasıdır.
İstanbul hala umudunu yitirmedi. Bu kadim şehir yüzyıllar boyunca sayısız sınavdan geçti, yine de ayakta kaldı. Bugün de onun kaderini değiştirmek insanların elindedir...