Geçtiğimiz gün Kızıldeniz kıyılarında ABD, Mısır, Katar ve Türkiye arasında Gazze'de ateşkes hakkında bir belge imzalandı. İlginçtir ki, imza törenine Gazze'de savaşan taraflar - İsrail ve HAMAS temsilcileri katılmadılar.
Trump gelecek haftadan itibaren Orta Doğu'da yeni bir göreve başlayacak. O, Gazze Şeridi'ne kontrolü yeniden sağlamaya yönelik “Yönetim Konseyi”nin başkanı olacak. Bu yapı bölge sakinleri tarafından seçilmese de, gözlemciler Trump'ın sürece bizzat dahil olmasını ateşkesin korunması için önemli bir faktör olarak görüyor.
Trump'ın planı 20 maddeden oluşmaktadır ve siyasi düzenlemeyi yeniden tesis etme, altyapının yeniden inşası ve uluslararası kontrol mekanizmaları ile birleştirmektedir. Analistler bunu “yönetilen çok vektörlü diplomasi” olarak adlandırıyorlar, yani süreçte birkaç oyuncu, birkaç amaç ve bir merkezi figür - Trump var.
ABD Başkanı'nın girişimiyle oluşturulacak “Barış Konseyi”nin temel amacı Gazze'nin yönetimini HAMAS'tan alıp bağımsız Filistinli teknokratlara devretmektir. Plana göre yeni güvenlik güçleri Mısır'da eğitim görecek, Gazze'de ise uluslararası gözlemciler konuşlandırılacak. HAMAS tam silahı teslim etmekten imtina ediyor, ancak ABD tarafı uzlaşma arıyor.
Müzakerelere göre, bölgede çok uluslu “İstikrar güçleri” konuşlandırılabilir. İsrail bu güçlerde Türkiye askerlerinin katılımına karşı çıkıyor, bunun yerine Endonezya seçeneğini teklif ediyor. Ancak Washington, NATO üyesi olarak Türkiye'nin rolünü daha uygun görüyor. HAMAS'ın İsrail rehinelerinin bir kısmını serbest bırakmaya ikna edilmesinde Türkiye'nin çok önemli bir rol oynadığı belirtiliyor.
Gazze'nin geleceği
İsrail tam askeri kontrolden vazgeçerek bölgenin “siyasi olmayan” yönetime geçmesini olumlu bir sinyal olarak kabul ediyor. Aynı zamanda, Trump yönetimi Gazze'nin yeniden inşası için geniş çaplı bir mali paket ve altyapı projeleri teklif ediyor.
Trump'ın “Gazze planı” diplomatik açıdan çelişkili sayılsa da, ilk kez bir ABD girişimi sadece askeri ve siyasi değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetim mekanizmalarını da birleştiriyor. Bu yaklaşım Washington'a hem bölgedeki etki gücünü yeniden tesis etme, hem de İsrail, Türkiye, Mısır ve Körfez ülkeleri arasında denge yaratma imkanı veriyor.
Kim kaybetti, kim kazandı...
Uluslararası analistler ise Gazze savaşının nihai sonuçlarını hala tartışıyor. Çoğu gözlemci, bu çatışmada tam bir askeri galibin olmadığını düşünüyor. İsrail, İran'ın bölgedeki “şer ekseni” olarak adlandırılan etki alanını zayıflatmış, HAMAS'ın askeri altyapısının büyük bir kısmını yok etmiş olsa da, örgütü tamamen saf dışı bırakamadı. Savaş sonucunda Gazze fiilen yıkılmış durumda kaldı, ancak siyasi açıdan bölgenin yönetimi hala belirsiz. HAMAS ise ağır kayıplar vermesine rağmen, tam teslim olmadı ve ideolojik varlığını korudu.
Bu manzarada dikkat çekici bir örnek, Azerbaycan Ordusu'nun kazandığı Zafer'dir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyada tam askeri zafer elde eden tek devlet Azerbaycan oldu. Karabağ savaşında Ermenistan'ın ordusu tamamen darmadağın edildi, toprak bütünlüğü yeniden sağlandı ve sonuç uluslararası düzeyde tanındı. Bu gerçek bir kez daha gösteriyor ki, modern dönemde “tam zafer” anlayışı sadece askeri güç değil, aynı zamanda siyasi irade, milli birliğe dayalı stratejik planlama ile mümkündür.