İstanbul'a yeni Başkonsolos atanmıştım.
Profesör İbrahim Yıldırım'ın sizi ziyaret etmek istediğini söylediler.
Geldi, oturur oturmaz: “Biz akrabayız, biliyor musun?” – dedi.
“Bütün Kazaklılar akrabadır”, – diye gülerek cevap verdim.
Ciddi bir ifade takınıp tüm ulu dedelerimizin adlarını saydı, kimden kız alıp kime kız verdiklerini anlattı, dört-beş nesil öncesinden bugüne kadar…
Canlı bir ansiklopediydi.
Elinde büyük bir klasör vardı.
Azerbaycanlı tıp öğrencileriyle ilgili bir sorun ortaya çıkmıştı.
“Bakü tarafını sen hallet, İstanbul ve Ankara tarafını ise ben” – dedi çıkarken.
Sorunu birlikte çözdük.
İbrahim Yıldırım, Türkiye'nin ilk plastik cerrahlarından biriydi.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirmişti. 1975 yılından itibaren Büyük Britanya'nın St. Andrews Plastik Cerrahi Merkezi'nde (Essex), Edinburgh Üniversitesi'nde Plastik Cerrahi ve Yanık Merkezi'nde, Glasgow'daki Canniesburn Plastik Merkezi'nde, Londra'daki St. Thomas Hastanesi'nde çalışmış ve büyük tecrübe kazanmıştı.
İbrahim Hoca ayrıca Viyana, Berlin, Münih, Bochum, Nancy, O'Toole gibi Avrupa'nın çeşitli hastane ve plastik cerrahi merkezlerinde kurslar almıştı.
1990'lı yılların başlarında Azerbaycanlı genç hekimlerin Türkiye'de yetiştirilmesinde müstesna hizmetleri olmuştur. Prof. İbrahim Yıldırım, Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiye'de profesyonel eğitim alabilmesi için önemli maddi ve organizasyonel destek sağlayarak, iki ülke arasında tıp alanında iş birliğinin temelini atmıştı. Bugün Azerbaycan'ın sağlık sisteminde çalışan onlarca tanınmış hekimin yetişmesinde İbrahim Yıldırım'ın büyük hakkı vardır.
İbrahim Hoca'nın eşi Figen Hanım, Molla Veli Vidadi'nin soyundandır.
Konuşurken Vagif'ten, Vidadi'den, Seyid Nigari'den, Hacı Mahmud Efendi'den, Gayıbovlar'dan, Vekilovlar'dan tutun da bugün Türkiye'de ebedi istirahatgahlarında yatan onlarca dev şahsiyetten bahseder, küçük gözleri yaşarırdı. Damarlarında akan kanla gurur duyuyordu.
Tanıdığım gerçek bir asilzadeydi. Vatan sevdalısıydı. En büyük arzusu, şimdiki Ermenistan'daki Kazak ile sınırda yer alan tarihi topraklarımızın geri iade edilmesiydi. “Bir gün Karagoyunlu deresinden yüzü Göyçe'ye çıkacağım seninle” – söylediğinde “Hocam, o biraz ütopya değil mi?” dedim. Havası değişti, bir şeyler söyleyecekti ama vazgeçti…
Onu en son 2024 yılının ekim ayında “Son Menzili İstanbul Olan Azerbaycanlılar” kitabının tanıtımında görmüştüm. Tanıtımdan sonra Nigar Hanım Ahundova, İbrahim Yıldırım'a “Özellikle sizin için” diyerek piyanonun arkasına geçti. İbrahim Hoca ise: “Gelin, Niyar Hanım'la fotoğraf çektirelim” – demişti (bizim tarafta Nigara “Niyar” derler)…
Bugün İbrahim Yıldırım da “Son Menzili İstanbul Olan Azerbaycanlılar”dan oldu.
Büyük Vatanseveri ve büyük Atatürkçüyü kaybettik.
Bu ağır kaybı derin bir keder hissiyle paylaşıyor, merhuma Allah'tan rahmet, ailesine, yakınlarına, hem Türkiye hem de Azerbaycan tıp camiasına sabır ve başsağlığı diliyorum.