20 Ekim'de Azerbaycan'ın eski dışişleri bakanı, tarih bilimleri doktoru, profesör Hasan Hasanov 85 yaşına giriyor.
Modern.az'ın haberine göre, eski eğitim bakanı, profesör Mısır Merdanov Hasan Hasanov ile ilgili anılarını paylaştı. Eski bakan, geçen yüzyılın 90'lı yıllarındaki karmaşık döneme dair yaşananlardan bahsetti. Mısır Merdanov'un anılarını sunuyoruz:
6 Mayıs 1992… O zamanlar halk eğitimi bakanının (şimdiki bilim ve eğitim bakanının) yardımcısı görevinde çalışıyordum. İyi hatırlıyorum, bakan Rafiq Feyzullayev beni çağırıp aceleyle Bakanlar Kurulu'nun (şimdiki Bakanlar Kurulu'nun) önüne gitmemi, orada Bakanlar Kurulu Başkanı (şimdiki Başbakan) Hasan Hasanov aleyhine bir piket düzenlendiğini, tanıdıklarım varsa onları bu işten vazgeçirmemi söyledi.
“Ben nereye, pikete müdahale etmek nereye?" diye düşünerek itiraz etmek istedim, ancak Feyzullayev gibi sert, biraz da kendinden emin bir bakanın sözünü ikiletmek mümkün değildi, razı olup çıktım.
Gerçekten siyasi süreçlerden uzak kalmanın taraftarıydım, bir aydın olarak ülkenin kaderinin zor durumda olmasından endişe duysam da, çok karışık olan bu durumda belirsiz siyasi süreçlere katılıp biraz daha karışıklık yaratmak istemiyordum, kendi işlerimi görüp görev borçlarımı yerine getirmeyi tercih ediyordum.
O zamanlarda şehrin çeşitli yerlerinde türlü türlü siyasi eylemler düzenleniyordu, Bakü kaynar bir kazana benziyordu. Biraz önce, 26 Şubat'ta Hocalı soykırımı yaşanmıştı, bu facianın dalgasında, Mart başında Ayaz Mütellibov ve parlamento sözcüsü Elmira Gafarova istifaya gönderilmiş, profesör Yakup Memmedov Milli Meclis başkanı seçilmiş ve devlet başkanı görevi de ona tevdi edilmişti.
Halk Cephesi iktidara gelmek için inatla mücadele ediyordu, ayak takımının da hevesle katıldığı bu insanların siyasi adımları çoğu zaman başıbozuk bir kampanyaya dönüşüyordu. Bu mücadeleyi kaosa çeviren etkenlerden biri de Halk Cephesi içinde parçalanma yaşanmasıydı, ayrı ayrı liderler, yeni partiler ortaya çıkmıştı ve her birinin başkanlık için kendi adayı, kendi taraftarları, kendi "planları" vardı.
Bir yanda da yeni iktidarın "tadını almış" Yakup Memmedov'un taraftarları bu "lezzeti" kimseyle paylaşmak istemiyor, onu başkanlık koltuğuna doğru itiyorlardı. Ayaz Mütellibov ve "silah arkadaşları" hala umutlarını yitirmemişlerdi, "belki de geri getirirler" arzusuyla gizli ve açık mücadele ediyorlardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Mayıs 1992'de mevcut olan bu karışıklıkta Haydar Aliyev'in adı geçmiyordu, varsa da çok sınırlı bir çerçevedeydi. Henüz tarih sözünü söylememişti, halkın ve aydınların bir kısmı Ebülfez Elçibey'in iktidara gelmesiyle her şeyin yoluna gireceğine umut ediyordu, bir kısmı Etibar Memmedov gibi siyasi şahsiyetlerin durumu düzeltebileceğine inanıyordu, başka bir kısmı ise profesör olduğu için aydın olarak Yakup Memmedov'a güveniyordu.
Böyle bir durumda halkın ve ülke aydınlarının çoğunluğu Bakanlar Kurulu Başkanı Hasan Hasanov'u daha gerçekçi bir aday olarak görüyordu. Sağduyulu bu kategoriden insanlar, hayat yoluna, siyasi tecrübesine, imajına ve yüksek manevi niteliklerine göre Hasan Hasanov'u diğerlerinden daha üstün tutuyorlardı. Henüz öğrencilik döneminde grup, fakülte ve enstitü (şimdiki Azerbaycan Teknik Üniversitesi) Komsomol Komitesi sekreteri olmuş bu yetenekli insan, 1962 yılında, 22 yaşındayken Azerbaycan öğrencilerinin temsilcisi olarak Moskova'da düzenlenen XIV. Tüm Birlik Komsomol Kurultayı'na delege seçilmişti. Herkes biliyordu ki, genç yaşlarından itibaren Azerbaycan'ın ve SSCB'nin bir dizi gençlik teşkilatının üyesi olan Hasan Hasanov, 1960'tan 1963'e kadar Bakü şehir Öğrenci Konseyi başkanı, Bakü Şehir Komsomol Komitesi'nde eğitmen, Yasamal ilçe Komsomol Komitesi sekreteri, Cumhuriyet Komsomol Komitesi Merkez Komitesi'nde bölüm müdürü ve diğer görevlerde, 1967-1969 yıllarında ise AKP Merkez Komitesi'nde (şimdiki Cumhurbaşkanlığı İdaresi) eğitmen olarak çalışmıştı. 1969 yılında, o zamanlar için çok büyük bir itimat olan Moskova'da Tüm Birlik Komsomol Merkez Komitesi'nde sorumlu teşkilatçı görevine atanmıştı.
Haydar Aliyev'in Azerbaycan'da iktidara geldikten sonra genç ve yetenekli kadrolara gösterdiği itimadın en parlak temsilcilerinden biri olan Hasan Hasanov, 1971 yılında bizzat Ulu Önder'in girişimiyle Vatan'a dönmüş, Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi'nde önce eğitmen, sonra bölüm müdürü, şube müdür yardımcısı görevlerinde çalışmıştı.
31 yaşındayken, 1971 yılında Bakü şehir Sebail İlçe Parti Komitesi'nin birinci sekreteri, 1978 yılında Sumgayıt Şehir Parti Komitesi'nin birinci sekreteri, 1979'dan 1981'e kadar Gence Şehir Parti Komitesi'nin birinci sekreteri görevlerinde çalışmıştı.
İyi hatırlıyorum, sadece iki yıl liderlik ettiği Gence'de hem kurucu hem de vatansever bir aydın olarak derin bir sempati kazanmıştı. Yeni yapılarla kadim Gence'nin çehresini değiştirmiş, tarihi anıtlarını restore etmiş, klasik mimari üslubunu geri kazandırmıştı. Bugüne kadar herkes hatırlıyor ki, Hasan öğretmene Gence'deki mimari faaliyetlerinden dolayı "tuğla Hasan" lakabını takmışlardı. Gence'nin kadim mimari anıtlarını, binalarını, duvarlarını yeniden tuğla ile inşa ettirmek için Ulu Önder'in yardımıyla Tüm Birlik bütçesinden ek ödenek alınmasını sağlamış, Gence'de Tuğla fabrikası inşa ettirmişti. Bununla birlikte, Sovyet ideolojisinin, tabiri caizse, "kılıcının önünün, arkasının kestiği" yıllarda "Kirovabad" (SSCB'nin eski liderlerinden Sergey Kirov'un şerefine 1935-1989 yıllarında Gence'nin adı) adlanan şehrin adını değiştirmeye gücü yetmese de, şehri ikiye bölmüş, onları Kepez ve Gence ilçeleri olarak adlandırarak "Gence" kelimesini unutmaya mahkum edilmiş halkın hafızasını "tahrik etmişti".
Bu insanın halk arasında nüfuzu çok yüksekti, onun Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin İdeolojik İşler Sekreteri, İnşaat İşleri Sekreteri, sonra ise Ekonomi İşleri Sekreteri olduğu 1981-1990 yıllarında hem ideolojik açıdan "halkın adamı" olduğu, hem de inşaat ve ekonomiyi mükemmel bildiği herkese gün gibi aşikar olmuştu. İşte bu niteliklerinden dolayı Bakanlar Kurulu Başkanı olarak atanan Hasan öğretmen, makam iddiasında olan rakiplerinden farklı olarak hiçbir beklentisi olmadığı halde, onların gözünde "çok tehlikeli bir aday" olarak kabul ediliyordu...
O 6 Mayıs 1992'de bir grup insan Bakanlar Kurulu'nun önüne gönderilmiş, "Hasan Hasanov'a istifa", "Görevi terk et" sloganlarıyla piket düzenlenmişti. Ancak bu piket çok başarısız olmuş, gönüllerinin çağrısıyla gelmeyen insanlar, benim de teklifim dahil olmak üzere söylenen birkaç haklı itirazdan sonra dağılmışlardı. Durumu böyle gören Yakup Memmedov yetkilerini başka türlü kullanmaya karar verdi, o tarihte, 6 Mayıs 1992 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti'nin BM'de Daimi Temsilciliği'nin resmi olarak kurulması hakkında Kararname imzaladı ve o günden itibaren Hasan Hasanov, Azerbaycan Cumhuriyeti'nin BM'de henüz mevcut olmayan Temsilciliği'nin ilk Daimi Temsilcisi oldu. O, Bakanlar Kurulu Başkanı görevinden azledildi, Temsilciliğin işini organize etmek için New York'a gönderildi ve böylece en "tehlikeli rakip" etkisiz hale getirildi.
Yeri gelmişken belirtmek isterim ki, Mayıs 1992'de yanlış da olsa New York'a gönderilen Hasan Hasanov'un BM'deki Daimi Temsilcimiz olması, 30 Nisan 1993'te büyük siyasi önemi olan ve Azerbaycan tarihine geçmiş bir olay olarak hafızalarda kalan BM Güvenlik Konseyi'nin Ermenistan-Azerbaycan ihtilafına dair meşhur 822 sayılı, 29 Temmuz'da ise 853 sayılı kararlarının kabul edilmesiyle sonuçlandı.
Tarih gösterdi ki, dağ nehirlerinin coşkun sellerinin önüne geçmek mümkün olmadığı gibi, kudretli şahsiyetlerin de, hakkın, adaletin de önüne geçilemez. Ancak o piketin hızla dağılması, o gün duyduğum bir dizi sohbet, işe döndükten sonra ilgi alanıma giren Hasan Hasanov hakkında sorup öğrendiğim bazı gerçekler, onun aceleyle New York'a gönderilmesi ve diğer olaylar bu şahsa karşı kalbimde büyük bir sempati uyandırdı. Neyse ki, hayatımın sonraki aşamalarında defalarca onunla görüşme, iletişim kurma şansım olsa da, bana her zaman öyle geliyor ki, Hasan Hasanov ile ilk temasım 6 Mayıs 1992'de gerçekleşmiştir.
Aslında, onu ilk kez yakından görmem ise tamamen tesadüf eseri bu olaydan 11 yıl önce, 1 Eylül 1981'de olmuştu. O zamanlar dersler o gün başlıyordu ve ben de Mekanik-Matematik Fakültesi dekan yardımcısı olarak neredeyse herkesten önce gelip üniversitede yeni öğretim yılının başlamasıyla ilgili ortaya çıkan sorunların çözümüyle meşguldüm. İşin yoğunluğundan katılamadığım törenli etkinlik, konuşmalar, tebrikler devam ederken dördüncü kata, derslerin yapıldığı amfilerin bulunduğu yere çıkmıştım. Dediler ki, Merkez Komitesi Sekreteri de bu etkinliğe katılıyor ve sonra derslere bakmak için yukarı çıkacak. Açıkçası, o zamanlar 40 yaşında olsa da, halk arasında Sebail (o zamanlar 26 Bakü Komiseri) ilçesinin, Sumgayıt'ın, özellikle de Gence'nin birinci sekreteri (şimdiki İcra başkanı) gibi meşhur bir sima olan Hasan Hasanov'u çok görmek istiyordum.
Bir meseleyi daha belirtmek isterim ki, o 70'li yılların sonu, 80'li yılların başlarında 60'lı yıllardan başlayan milli hassasiyet, vatanseverlik gibi duygular gizli de olsa, çok belirgin bir şekilde herkesin içinde mevcuttu. Bahtiyar Vahabzade'nin "Gülistan" şiiri, Şıhali Kurbanov'un Nevruz bayramıyla ilgili faaliyetleri, milli duygularıyla öne çıkan Nazım Hacıyev adlı Merkez Komite sekreterinin 38 yaşında esrarengiz ölümü ve diğer bu gibi olaylar ülkede vatan ve halk sevgisini hayli alevlendirmişti. Şunu söyleyeyim ki, Hasan Hasanov da o "halk listesinde" vardı ve zaman gösterdi ki, halkın tahminleri hiçbir zaman yanlış çıkmaz. O, ideoloji meseleler sekreteri olduğu dönemde Azerbaycan'ın milli vatansever aydınlarını - Bahtiyar Vahabzade'yi, Halil Rıza Ulutürk'ü, Memmed Araz'ı ve diğerlerini "kanatları altına" almıştı, onlarla kişisel dostluk ilişkileri sürdürüyor, şiirlerinin, kitaplarının basımına, yayındaki konuşmalarına konulan yasakları kaldırıyor, yeri geldikçe onları yüksek ödüllere layık görüyordu. Böyle bir tutum, hiç şüphesiz, ülke başkanının rızasıyla gerçekleşiyordu, ancak Haydar Aliyev'in açıkça yapamadıklarını da Hasan Hasanov gizlice hayata geçiriyor, dönemin ve dolayısıyla siyasi yapının acımasız yasaklarına galip geliyordu.
Hatırlıyorum ki, eski SSCB dağıldığında en kalabalık mitingler, en keskin protesto dalgaları Azerbaycan'da oluyordu, o zamanın sosyolojik araştırma merkezleri belirtiyordu ki, ülkemizin insanları arasında vatanseverlik duyguları diğer cumhuriyetlerdekinden hayli yüksektir. Tüm mahrumiyetlere, siyasi karışıklıklara, yaratılan Karabağ sorununa, Batı Azerbaycan'dan gelen mültecilere, ekonomik zorluklara rağmen, Azerbaycan bağımsızlığını ilk ilan eden cumhuriyet oldu. Bazen düşünüyorum ki, halkımızın milli meselelerde bu kadar hassas olmasının sebeplerinden biri de Hasan Hasanov, onun yaptığı işler, attığı cesur adımlar, fedakarlık olmuştur.
Henüz sayılan olayların yaşanmasına 7-8 yıl vardı, 1981 yılıydı, ancak Hasan Hasanovların hizmetleriyle Azerbaycan yeni bir döneme hazırlanıyordu. Herkes de bunu biliyordu, biliyorlardı ki, Şıhali Kurbanovların, Nazım Hacıyevlerin, Haydar Hüseynovların trajik kaderlerine rağmen, hiçbir şeyden çekinmeyen Hasan Hasanov şimdi hükümette aynı misyonu yerine getirmektedir. Bu yüzden halk ona daha çok "tuğla Hasan" değil, "Türkçü Hasan" diyordu. Bu "Türkçü", "vatansever", "milliyetçi" Hasan'ı yakından görme isteğim tüm diğer duygularımı aşmıştı ve dördüncü katın fuayesinde durup onu bekliyordum. Nihayet, rektör Faik Bağırzade, "partkom" Kurban Bayramov, prorektör Teymur Veliyev ve birkaç kişi daha merdivenleri çıkarken, aralarında siyah saçları arkaya taranmış, kalın gözlüklü, güler yüzlü Hasan Hasanov'u hemen seçtim ve yanımdan geçip gidene kadar bakışlarımı ondan ayırmadım. Belki de rektör ya da başka biri benim ona böyle hayranlıkla bakmamı doğru anlamadı, ancak bu büyük, 40 yaşında kalplerde anıtını yaratmayı başarmış şahsiyete hayranlığımı gizleyemezdim, hiç gizlemedim de... Çünkü yakından tanıdıkça sempatimin biraz daha arttığı, Teknik Üniversitesi'ni bitirmiş olsa da, tarihten, hem de halkın tarihinden adaylık ve doktora tezleri savunan, Türk halklarının tarihine, kültürüne, adet ve geleneklerine dair nice nice kitap yazan, kelimenin tam anlamıyla vatanını canından çok seven bu insanı sevmemek mümkün değil.
Hasan öğretmenin zengin hayat yolu hakkında düşünürken aklıma bir anı daha geliyor. 1988 yılının karlı-buzlu Kasım-Aralık aylarında Ermeni Taşnakları, Rus-Sovyet ordusunun yardımı ve desteğiyle Batı Azerbaycan'da, o cümleden bizim Karagoyunlu vadisinde, ayrıca doğma Salah köyünde yaşayan tüm soydaşlarımızı ata-baba yurdundan kovuyorlar. Bununla ilgili olarak, o dönemde Salah'ta Kolhoz başkanı görevinde çalışan Safaya Memmed kızı Hasanova anlatıyordu ki, Kasım 1988'de İcevan ilçe İcra Komitesi başkanı Ordinyan beni ilçe merkezine davet edip dedi ki, Safaya Hanım, durum çok gergin, biz Salah köyü halkı arasında ölen ve yaralanan olmasını istemiyoruz, bu yüzden Siz 3 gün içinde halkı köyden çıkarmalısınız. Safaya Hanım sorar ki, peki halkın mal-mülkü, ev eşyaları nasıl olacak. Ordinyan cevap verir ki, halkı özel ayrılmış otobüslerle çıkaracağız, ev eşyalarına gelince ise, o konuda düşünmek gerekir. Kısa süre sonra gece yarısı ilçe İçişleri idaresinin organizasyonuyla köye otobüsler gönderilir ve halk evinden hiçbir eşya alamayarak, zorla otobüslere doldurulup Kazah şehrine götürülür.
İlk günler köyün çoğu halkı Kazah'ta akrabalarının, dostlarının evlerinde gecelemek zorunda kalırlar. Safaya Hanım anlatır ki, o dönemde Kazah ilçe parti komitesinin birinci sekreteri görevinde çalışan Murad Aşurov ile görüştüm. Onu durumla tanıştırdım ve dedim ki, halk buradan doğrudan Karabağ'a gitmek istiyor, lütfen bize yardım edin. Murad Aşurov dedi ki, bu meseleyi Azerbaycan yönetiminin rızasıyla çözmek mümkündür. O, büyük zorlukla da olsa, benimle o dönemde Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Başbakanı görevinde çalışan Hasan Hasanov arasında telefon bağlantısı kurdu. Ben halkın isteğini ona ilettim. Müdrik şahsiyet ve büyük vatansever insan olan Hasan Hasanov beni dikkatle dinledi ve göçmenlerin arzusunu dikkate alarak Karabağ'a gitmemize rıza gösterdi. Murad Aşurov bize yardım etti ve Azerbaycan'ın komşu ilçe yöneticileriyle irtibat kurarak, bizim Karabağ'a göçmemizi organize etti. Araçlar tahsis edildi ve sadece bizim köyümüz değil, o zaman Kazah'a kaçmak zorunda kalmış tüm Batı Azerbaycanlılar Karabağ istikametinde yola çıktı. Gence'ye yaklaşınca bizi durdurdular ve dediler ki, cumhuriyet yönetimi bizim Karabağ'a göçmemize razı değil. Biz Gence yakınlarında, şimdiki Göygöl ilçesinde yerleşmek zorunda kaldık. Şöyle düşünmek mümkündür ki, eğer o zaman Hasan Hasanov'un dediği olsaydı, sonradan kesin olarak bildiğimize göre, Moskova'dan izin almak isteyen Ayaz Mütellibov'un itirazıyla karşılaşmasaydık, göç ettirilen insanlar Karabağ'da yerleştirilseydi, belki de sonraları başımıza belalar getiren Dağlık Karabağ sorunu da olmazdı...
Hasan Hasanov'un zengin hayat yolunda, Azerbaycan Cumhuriyeti tarihinin en zor zamanlarında, dışarıdan tecrit edildiği, Karabağ savaşının gergin fazasının yaşandığı dönemde dışişleri bakanı olması özel bir aşamadır. Bu yüzden, bu konuda ayrıca konuşmak istiyorum. 1993 yılında Ulu Önder tarafından Hasan Hasanov'un dışişleri bakanı olarak atanması, tecrübeli ve entelektüel bir şahsiyetin diplomasiye liderlik etmesi açısından stratejik önem arz ediyordu. O ağır yıllarda, bir dizi ülkeyle diplomatik ilişkilerin kurulmasına ve Azerbaycan'ın dış politika hattını belirleyen ilk protokollerin hazırlanmasına bizzat liderlik etti, Azerbaycan'ın uluslararası alanda tanınması süreci, BM ve AGİT gibi kurumlarla daha aktif işbirliğinin kurulması, yabancı ülkelerde ilk diplomatik temsilciliklerin açılması, Ermenistan-Azerbaycan ihtilafının uluslararası düzleme taşınması gibi zor ve sorumlu görevlerin üstesinden başarıyla geldi. Hasan Hasanov'un konuşmalarında ve müzakerelerinde temkin, rasyonellik, diplomatik etik, retorik maharet, tarihe derinlemesine hakimiyet, entelektüel zenginlik diplomatik ilişkilerin kurulmasında belirleyici rol oynuyordu. Dışişleri bakanı olduğu dönemde, büyük tecrübeye sahip bir siyasetçi olarak iletişimde profesyonellik sergileyerek Azerbaycan'ın uluslararası konumunun güçlendirilmesi yönünde çok verimli faaliyet gösterebilmişti.
Hasan öğretmen 2004'ten 2010'a kadar Azerbaycan'ın Macaristan'da olağanüstü ve tam yetkili büyükelçisi olmuştur. O yıllar Azerbaycan-Macaristan dostluğunun intibah dönemi olarak da adlandırılabilir. Hasan Hasanov büyükelçiliği sırasında sadece diplomatik ilişkileri güçlendirmekle kalmamış, bilimsel-kültürel projeler, kitap yayınları, medya ve toplumsal girişimleri birleştirerek Azerbaycan-Macaristan ilişkilerinde önemli bir dönüşüm yaratmıştı. 60'tan fazla Azerbaycan kitabı, o cümleden "Dede Korkut", "Köroğlu" destanları, Fuzuli, Mirza Feteli Ahundov, Celil Memmedkuluzade ve Haydar Aliyev hakkında çok ciltli yayınlar Macarca basılarak büyük kütüphanelere sunulmuştu. "Azerbaycan-Macaristan: kültürlerin diyaloğu" konulu uluslararası konferansların düzenlenmesi Hasan Hasanov'un girişimiyle sistemli bir şekilde gerçekleştirilmiş, büyük yüksekokullardan biri olan Tuna Üniversitesi'nin Bilimsel Kütüphanesi'nde Azerbaycan kitap köşesi açılmıştı. Budapeşte'nin büyük konser salonlarında, Orta Avrupa Üniversitesi gibi nüfuzlu mekanlarda düzenli klasik ve halk müziği konserleri, o cümleden muğam ve senfonik müzik geceleri, Azerbaycan ressamlarının eserlerinden oluşan, Azerbaycan müzik aletleri, milli giysileri, mutfağı, diğer kültür örnekleriyle ilgili çok sayıda sergi düzenlemişti.
10-13 Mart 2010 tarihleri arasında Bologna sürecine üye devletlerin eğitim bakanları Konferansı'na katılmak üzere gittiğim bu seyahatte en çok aklımda kalan ve beni hayrete düşüren büyükelçiliğimizin düzenlemesiydi. Artık on iki yıldır bakandım ve çeşitli ülkelerde görevdeyken mutlaka büyükelçiliklerde bulunur, hem büyükelçiyle hem de cumhuriyetimizi bu yabancı ülkede temsil eden bina ile, oradaki şartlarla yakından tanışıyordum. Açıkçası, herhalde kimse incinmez, Budapeşte'deki büyükelçilikte gördüğüm ihtişam, tantana, ülkenin ve halkın tanıtımı için yaratılan şartları hiçbir yerde görmemişim. Sanki Azerbaycan'ın en güzel köşesinde, en güzel şehrinde, en büyüleyici manzarasının önündesin. O zaman Şuşa'nın azat edilmesine henüz 10 yıl vardı, ancak sanki Şuşa kalesinin yanında durup Cıdır Ovası'nı seyrediyorsun, ya da Hekeri nehrinin sahilindesin... Hasan öğretmen ne mümkünse yapmıştı, tablolar, fotoğraflar, albümler, haritalar, görsel materyaller, bayraklar... Öyle zannettim ki, Azerbaycan tarih müzesindeyim, ya da Kobustan'da, Yanardağ'da, Ateşgah'ta... İnsanda ne kadar vatan sevgisi olurmuş!!!
Hasan Hasanov sadece meselenin görünen tarafıyla meşgul olan, tabiri caizse, "göze kül üfürmek için" çalışan kişilerden değildir. Macaristan'da büyükelçi olarak çalıştığında da Gence'de lider olduğu gibi görevine tüm varlığıyla bağlanan, tüm enerjisini bu yöne odaklayan, mümkün olabilecek her şeyi yapan bu insan, Azerbaycan bilim insanlarını Budapeşte'ye davet ederek onları Macar-Azerbaycan halkları arasındaki akrabalık ilişkilerinin araştırılması yönünde çalışmalara yönlendirmişti. Türk dünyasının, Macaristan'ın tanınmış Türkologlarının katılımıyla bu konuda birkaç bilimsel konferans, sempozyum ve diğer etkinlikler düzenleyen Hasan öğretmen, etimolojileri hakkında çeşitli görüşler bulunan Macaristan toplumunda onların Almanlardan, Slav, Romalı ve Keltlerden daha çok Türklere bağlı olduğu fikrini oluşturabilmişti. Bu, çok gergin bir işin, hem de milli değerlere samimiyetle bağlılığın en bariz örneği olarak kabul edilebilir. Bugün Macaristan devlet başkanının Türk devletleri toplantılarına gözlemci olarak katılmasını hiçbir abartıya yer vermeden Hasan Hasanov'un o yıllardaki hizmetleriyle doğrudan ilişkili kabul etmek mümkündür.
Memnuniyetle belirtmek isterim ki, 30 Ocak'tan 3 Şubat 2013'e kadar Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi etkinliğine katılmak üzere Polonya'da bulunduğum günlerde de benzer olaylara şahit oldum. Hem büyükelçilik küçük bir Azerbaycan'dı, hem de sanki Polonya'nın komşusu, müttefiki, dostu yoktu, onun kalbi sadece Azerbaycan'la atıyordu. Her yerde Azerbaycan sembolleri, konserleri, sergileri, geceleri, konferansları düzenleniyordu, Azerbaycan bilim insanları Polonya-Azerbaycan bilimsel ilişkilerini, halkların tarihi bağlarını, dostluğunu, Azerbaycan Cumhuriyeti temsilcilerinin göç dönemini yaşadığı Polonya ortamını, edebi ilişkileri ve diğer meseleleri öğrenmeye teşvik edilmişti, Azerbaycan edebiyatı örnekleri Lehçeye tercüme edilerek kütüphanelere bağışlanıyor, kitap mağazalarında satılıyordu, 2017 yılında Varşova'da "Polonya ve Azerbaycan'ın bağımsızlığı uğruna savaşan kahramanlar" anıtı açılmıştı ve benzeri. Bütün bunların ise tek bir sebebi vardı - Hasan Hasanov o dönemde Polonya'da büyükelçiydi!
Yeri gelmişken belirteyim ki, Polonya'da büyükelçi iken, 2011 yılının başlarında beni aramıştı: "Mısır öğretmen, Polonya üniversitelerinde Azerbaycan dilini öğrenmek istiyorlar (!!!), öğrenciler için "Azerbaycan Dili" kitabının hazırlanmasında bana yardımınız lazım".
Böyle asil bir iş karşısında ona ne cevap verilebilirdi? Oysa dünyanın onlarca ülkesinde büyükelçiliğimiz var, onların hiçbirinde Azerbaycan dilini öğrenmek istemiyorlar, nasıl oldu da sadece Polonya'da aniden dilimize ilgi oluştu. O da başkaları gibi yılda üç-dört etkinlik düzenleyerek günlerini geçirebilirdi, dinlenirdi, Polonya'nın gezilecek, görülecek yerlerine seyahat ederdi, ancak oranın eğitim bakanıyla, üniversitelerin rektörleriyle görüşüp, onları Azerbaycan dilinin öğretiminin oldukça önemli olduğuna inandırmış, şimdi de beni aramış, bu kadar vakit kaybedip, sinir harcamış, çeşitli cevaplara hazır olarak dediğini hayata geçirme azmindedir. Peki neden? Böylesine başka ne denilebilirdi:
- Baş üstüne, Hasan öğretmen!
Yayıncılık şubesi müdürünü ve diğer ilgili kişileri davet ettim, oturup hayli tartıştık. Kitabın Lehçe yazılması, alfabeden modern dilimize, edebiyatımıza kadar tüm alanları kapsaması, açık, anlaşılır, hem de ilginç, çekici olması için teklifleri dinledim, genel bir karara vardık. Leh dili üzerine Diller Üniversitesi'nden Feride Safiyeva adlı bir uzman bulduk, onun Azerbaycan dilini ve dilbilimini de mükemmel bilmesi hakkında netleştirme yaptık. Sonra o hanımı davet edip uzmanlarla birlikte kitapla ilgili geniş bir müzakere gerçekleştirdik, nihayet bir süre sonra ders kitabı hazır oldu. O hanımı kitaplarla birlikte Varşova'ya gönderdik, böylece Hasan öğretmenin fedakarlığı sonucunda Polonya üniversitelerinde dilimiz öğretilmeye başlandı.
Polonya'da büyükelçi olarak çalıştığı 2018 yılında (o zaman Matematik ve Mekanik Enstitüsü'nün direktörüydüm) Hasan öğretmen beni aradı ve Nasireddin Tusi ile ilgili yeni araştırmalar yapmaya başladığını ve çok ilginç gerçekler ortaya çıkardığını söyledi. Bakü'den bu işe destek verilmesi hakkında araştırdığımda gördüm ki, onunla ilgili az çok liderlik ettiğiniz Enstitü'de çalışmalar yapılmış, konferanslar düzenlemişsiniz, bu yüzden Sizi aradım.
Yine de bu insanın çalışkanlığına, vatanseverliğine hayret edip düşündüm ki, ey Hasan öğretmen, sizin neyinize lazım Nasireddin Tusi? Uzmanlığınız mühendislik, göreviniz büyükelçilik, doktora çalışmanız ise tarihin felsefesinden. Astronom, matematikçi Nasireddin Tusi nereye, tarihin felsefesi ya da büyükelçilik nereye?! Ey kardeş, sakin sakin otur büyükelçilikle meşgul ol, bırak biz de günümüzü geçirelim... Ancak Hasan Hasanov bir çerçevede kalıp olayları seyretmekle meşgul olan insanlardan değildir. Vatanın her küçük başarısı onun devasa sevinç kaynağı, her şahsiyeti onun kalbini dağa çeviren umut ışığıdır! Hele Nasireddin Tusi gibi görkemli tarihi şahsiyetler olunca! Sohbet ederken yana yakıla der ki, ben yapmazsam, sen yapmazsan, gölgede kalmışların, unutulmuşların üzerinden tozu kim silip bu halka tanıtacak? Oysa halk bize bilgi vermiş, yetki vermiş, ortam yaratmış ki, onun umutlarını gerçekleştirelim, ona hizmet edelim, dünya çapında şöhrete layık olsa da tanınmayan şahsiyetlerini kendine kavuşturalım!
Onun yanık yanık bahsettiği meselelerden biri de şöyledir: "Dünyanın birçok yerinde oldum ve gördüm ki, bizim dahilerimizin eline su dökmeye layık olmayan birini o kadar övüp dağ başına çıkarmışlar ki, adlarına caddeler, havalimanları, müzeler, heykeller yapmışlar, adlarını ders kitaplarına koymuşlar ve dünyaya reklam etmişler ki, bunun eşi benzeri yoktur ve toplum da onu olduğu gibi değil, öyle takdim edildiği gibi tanıyor. Bizim şahsiyetleri ne kendimiz tanıyoruz, ne de dünyaya tanıtıyoruz..."
...Bakü'ye geldiğinde bu meseleyi etraflıca müzakere etmeye anlaştık. Bir süre geçmişti ki, geldi ve birlikte Akademi'nin o zamanki başkanı Akif Alizade'nin kabulüne gittik. Nasireddin Tusi ile ilgili Hasan öğretmenin bilimsel esaslara dayalı etraflı bilgilerinden, demir mantıklı fikirlerinden sonra karar verdik ki, Akademi'de onun adına bir Merkez kurulsun ve Hasan öğretmen de o Merkezin başkanı olsun. Doğrusu, böyle büyük, dünyanın zorunu-kolayını, türlü türlü görevlerini, zorluklarını ve mutluluklarını görmüş bir insanın Nasireddin Tusi Merkezi'nin açılması hakkındaki ilk anlaşmadan bu kadar sevineceğini beklemiyordum. Sanki dünyayı ona bağışlamışlardı, ayrılana kadar Nasireddin Tusi'nin hizmetlerinden, onu dünyaya tanıtmak için bu Merkez aracılığıyla yapmayı planladığı işlerden yürek dolusu bahsetti. Ancak sen saydığını say, gör felek ne sayar, demişler... Akif Alizade bizim planlarımız hakkında Cumhurbaşkanlığı İdaresi'nde bilgi verdikten sonra (kadroların açılması, bina tahsisi ve diğer teknik sorunlar için onay alınması gerekliydi), Ramiz Mehdiyev ömrü boyunca milli hassasiyetinden dolayı gölgesini kılıçladığı Hasan Hasanov'un adını duyar duymaz itirazını belirtip, "bir Nasireddin Tusi kalmıştı merkezini açalım?!" diyerek kesinlikle reddetti. Bununla da, tabiri caizse, "kurduğumuz hayaller", çoğu durumda olduğu gibi, bir memurun sübjektif tutumu yüzünden içimizde kaldı.
Doğrusunu söyleyeyim ki, bir süre sonra o olayı tamamen unuttum, işte, ailede, hayatın diğer alanlarında yaşanan çeşitli olaylar halkımızın büyük bir temsilcisiyle ilgili kurmak istediğimiz o Merkezin planlarının üzerini yavaş yavaş kapattı ve bir de 6 yıl sonra çok üzüldüm ki, keşke o Merkez açılmış olsaydı. 3 Temmuz 2024'te Matematik ve Mekanik Enstitüsü'nün organizasyonuyla Nasireddin Tusi'ye adanmış "Matematik ve Mekaniğin Modern Problemleri" adlı XI. uluslararası konferansı düzenlemeyi planlamıştık. İlanları, bildirimleri basında yayınladıktan sonra Hasan öğretmenden telefon geldi:
- Mısır öğretmen, Nasireddin Tusi ile ilgili etkinlik düzenliyorsunuz, peki bana neden söylemiyorsunuz?
- Ey Hasan öğretmen, bu, matematikçilerin toplantısıdır, Sizi rahatsız etmek istemedim.
Aslında, onun Nasireddin Tusi ile ilgili sohbetlerini unutmuştum diye, Hasan öğretmene söylemek hiç aklıma gelmemişti. Diğer taraftan düşünmüştüm ki, matematikle ilgili böyle bir etkinlik için, artık hiçbir yerde çalışmayan, Bakü'de sakin bir hayat yaşayan bu görkemli şahsiyeti rahatsız etmek doğru olmaz. Meğer o, hiç de sakin bir hayat yaşamıyor, bütün gün okumakla, yazmakla, halkı için faydalı bir şeyler yapmakla meşgul olarak oldukça gergin bir ömür sürüyor.
- Mısır öğretmen, hiçbir rahatsızlığı yoktur, izin verirseniz, ben de katılırım, imkan olursa, konuşmam da olabilir.
- Büyük memnuniyetle, Hasan öğretmen, yeter ki Siz gelin!
3 Temmuz'da düzenlenen etkinlikte benden başka, Akademi'nin başkanı İsa Habibbeyli, AMEA'nın muhabir üyesi Eminaga Sadıkov, Türkiye'den ve Özbekistan'dan gelen tanınmış bilim insanları ve başkaları konuşma yaptılar, Hasan Hasanov da konuştu. Bir gerçeği itiraf etmek isterim ki, uzun süre bu konuşmalara hazırlanmış, uzmanlık alanı yakın olan biz bilim insanlarının konuşması bir yana, diplomat, siyasetçi, tarihçi bilim insanı, inşaatçı Hasan Hasanov'un konuşması bir yana oldu. Bu insan o konuşmayla ne kadar zengin bir şahsiyet, derin analitik düşünce sahibi, mükemmel bilgiye sahip bir bilim insanı, halkını, vatanını yürekten seven bir vatansever, yüksek hitabet yeteneğine sahip bir yetenek olduğunu bir kez daha kanıtladı. Biz hepimiz Nasireddin Tusi'yi halkın gururu olan bir matematikçi bilim insanı olarak nitelendirdik (biraz da birbirimizi tekrar edip şablon cümleler kullandık), o ise Azerbaycan'da astronomi geleneğinden, Tusi'nin dünya biliminde ve haritacılık bilimindeki rolünden, keza büyük mütefekkirin milli-kökeninden, Tusi'nin yüksek başarıları ve öngörüsüyle dünya bilimini birkaç asır geride bırakan yüksek zekaya sahip bir bilim hazinesi olmasından, onun bilimsel mirasının, zengin yaratıcılığının daha derinden öğrenilmesinin gerekliliğinden bilimsel temellendirmelerle öyle ilginç konuştu ki, hepimiz hayret ettik.
Sanki ömrü boyunca ne dışişleri bakanı olmuş, ne Gence'nin lideri, ne diplomatik faaliyet göstermiş, ne de Başbakanlık görevinde çalışmış, tüm hayatını Nasireddin Tusi'ye adamış, onu araştırmış, öğrenmiş, şimdi de uzun on yıllar boyunca öğrendiklerini bize anlatıyor. Peki acaba, her biri 300-500 sayfa olan ve Alimerdan Bey Topçubaşov'a ithaf edilen "Top Gürültüsü Altında Diplomasi", Azerbaycan ve tüm Müslüman dünyası tarihinde ilk demokratik cumhuriyetin bağımsızlığına giden yolu ve oluşum sürecini yansıtan "Birinci Cumhuriyete Giden Yolda", Bakü putperestlik kompleksini, Bakü Kız Kalesi'ni, Kobustan'ın nadir kayaüstü tasvirlerini kapsamlı bir şekilde inceleyen "Bakü Tanrıçılık Kompleksi", Antik dönem Azerbaycan'ının görkemli devlet adamı Atropat ve onun Makedonyalı İskender ile işbirliğine dair "Makedonyalı İskender ve Atropat", Bakü'nün, Kız Kalesi'nin, ayrıca çok sayıda toponim ve antroponimin şifresini çözen "Bakü Kız Kalesi", Umum Milli lider Haydar Aliyev'e ithaf edilmiş "Parlak, Karizmatik Şahsiyet Hakkında Anılar" kitaplarını ve diğer çok sayıda ve çok değerli bilimsel eserleri kim yazdı?! Ne zaman yazdı?! Nasıl yetiştirebildi?!
Vatanseverliği dile getirmek kolaydır, onu eylemlerde yaşatmak ise çok zordur. Hasan Hasanov bu zor yolu seçenlerden olmuştur - ömrü boyunca sahnede değil, sahne arkasında vatan için çalışmıştır. Doğru denilmiştir ki, "vatanseverlik içki meclislerinde boğazdan yukarı halkın şerefine kadeh kaldırmak, "Karabağ" havasıyla dans etmek değil", Vatan için bir şeyler yapmaktır. Onun hayat yoluna bakıldığında milyonlardan farklı bir kader görmek mümkündür. İnsanların çoğunluğu gibi sabit ve pürüzsüz, tabiri caizse, "doğrusal, eşit hızlı" bir yol geçmemiştir, bir ömürde bazen inşaatçı, bazen mühendis, bazen büyükelçi, bazen iktisatçı, bazen Başbakan, bazen dışişleri bakanı, bazen BM'de Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Daimi Temsilcisi, bazen İcra başkanı, bazen Merkez Komitesi'nin sekreteri, bazen de unutulmuş bir aydın... Tüm bu çeşitliliği birleştiren ise Vatan sevgisi ve fedakarlık olarak kabul edilebilir...
Bugün 85 yaşında da yorulmadan, gençlik hevesiyle çalışan Hasan Hasanov, Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallar Şurası'nın Azerbaycan'dan olan temsilcisidir. 60-70 yıl önce olduğu gibi, bugün de asil duygularla, büyük arzularla yaşıyor - Türk halklarının tek amaçlar ve hedefler yolunda birleşmesi en kutsal isteklerinden biridir, yakın on yıllarda bu arzusunun gerçekleşeceğine inanıyor. Biz de 15 yıl sonra kutlanacak jübilesinde kendisinin bu haberi halkımıza ulaştırmasını arzuluyoruz!
Hasan öğretmen hakkında kitaplar dolusu makale yazılabilir, saatlerce konuşulabilir, ne yorulursun, ne sıkılırsın, ne de konu biter! Ancak ben bu yazıyı sonlandırmak istiyorum ve sonda tarihimizin Altın fonuna dahil olan bu insanla ilgili Halk şairi Cabir Novruz'un bir dizesini kaydediyorum: "Sağlığında kıymet verin insanlara..."