...Havaalanına giden yolların atmosferi bir başka türlü olur. Bir de ki, bu yolun üstünde vatan, yurt, kimlik hassasiyeti varsa, yol sana kol kanat verir. Bu yüzden, yolcusu olduğum meslek için yola çıktığımda, sanki kol kanatlıyım sanırım. Haydar Aliyev Adına Havaalanı'nda benimle birlikte Taşkent'e yola çıkacak operatör Fariz Şıxəlizadə ile görüşüp kayıttan geçiyoruz. Uçağa biniş başladığında Azerbaycan'ın Milli Kahramanı Höküme Aliyeva'nın fotoğrafı gözlerimin önüne gelir. AZAL'ın üniformasında gördüğüm tüm hanımlar bana talihsiz pilot Höküme'yi hatırlatır. “Uzbekiston Havo Yullari” havayolu şirketinin uçağı havalanmaya başladığında adetim üzere yine ellerimi göğe açıp, varış yerine sağ salim ulaşmamız için Tanrı'ya, Gök Semaya dua ederim.
Uçağımız yarım saat gecikmeyle havalanır, Taşkent saatiyle öğlen 14.10'da yere inmeye başladığında Fariz semadan şehrin görüntülerini kayda alır. Tam bu sırada yolcular adeti üzere uçuş ekibine minnettarlıklarını bildirmek için alkışlarlar. Ve aniden... uçağımız uğultulu bir hızla yine göğe yükselir. Salona tam bir sessizlik hakim olur. Uçak gökte uçuş hattını düzledikten sonra, yine manevralar yapıp yönünü değiştirir... Ve bu süreç bitmez. Uçağımız neredeyse Taşkent'in ve havaalanının etrafında döner. İkinci kez yine iniş yapar, ben dönüp operatörümün yüzüne bakarım. Hissettirmese de, dudaklarının renginin solduğunu görürüm... O anda yine elimi Tanrı'ya açıp yardım dilerim, zikrederim ki, Emir Timur dedemizin ruhu haberdar olsun... Ben onun ruhunu Tanrı'dan istediğimde her zaman işlerim yoluna girer, zorluk ortadan kalkar. Fariz'in dikkatini dağıtmak, heyecanını gidermek için aklıma ne geldiyse konuşurum. Derim ki, böyle durumlar sık sık olur. Herhalde başka bir aerodroma ineceğiz. Böyle kritik zamanlarda karakter itibarıyla hiçbir zaman korku hissim olmaz. Lakin içimde bir üzüntü var ki, elin çocuğunu kendimle getirmişim, Tanrı kaza ve kaderden korusun bizi. Durumun gerginleştiğini görüp hiçbir heyecan duymadan telefonumla havada başımıza gelenleri videoya kaydederim. Ve yine Höküme Aliyeva'yı hatırlarım...
Uçağın Taşkent'in etrafında dönmesinin 12. dakikasında hava gemisinin kaptanı, İgor adlı pilot der ki, rüzgarlı hava koşulları nedeniyle bir zorluk yaşanmış. 5 dakikaya iniş yapacağız. Böylece, uçağımız tam 3 kez şehrin etrafında döndükten sonra, 20. dakikada iniş yapar. Yolcular yine uçuş ekibini alkışlarlar... Biz telefonumuzda uçağın çizdiği rotaya baktığımızda şaşkınlık beni sarar... Buna benzer bir görüntü Grozni'de Rusların yaraladığı, Aktau'ya iniş yapan uçağımızın kazası sırasında alınmıştı. Sonradan uçakta çektiğim videoyu izlediğimde ise görüyorum ki, ben de kendimden bağımsız olarak, “Her şey iyi olacak...”,- diye söylemişim.
...Heyecanlı anları geride bırakıp, havalimanını terk ediyoruz. Kapıda bizi öğrencilik arkadaşım (şimdiye kadar da ailece dostuz), Özbekistan'ın tanınmış hukukçusu, avukat Şakir Paşayev karşılıyor. Diyor ki, Allah'a şükür ki, sağ salim indiniz. Havalimanının çalışanları diyorlardı ki, Allah'a dua edin... bizi çok korkuttunuz...
Telefonla taksi çağırmak istiyoruz, Şakir'in telefonunda sorun çıktığından olmuyor. Bu sırada genç bir Özbek gence yaklaşıp, Özbekçe ondan bizim için taksi sipariş etmesini rica ediyorum. Taksi gelmeye yakın adını sonradan öğrendiğim Akmal der ki, taksinin parasını zaten kendisi ödemiş. Ne yapsak da, parayı almıyor. Diyor ki, onu da Azerbaycan'da her zaman böyle karşılarlar, Azerbaycanlılardan her zaman saygı görmüş. Hafızamda kalsın diye, bu vatansever gençle Özbekistan bayrağının fonunda fotoğraf da çektiriyorum.
Dostum Şakir'i şimdi çok sevinçli ve rahat görüyorum. Heyecanı geçmiş. Bizim gelmemiz onu çok sevindirmiş. Şakir çok vatansever bir gençtir. 1984 yılından beri Taşkent'te yaşıyor. Azerbaycanlı olarak her yerde saygı kazanmış. Şakir aynı zamanda Afganistan savaşının veteranıdır. Üniversiteyi de burada bitirmiş. Geçen 40 yıldan fazla sürede başına gelen olayların anılarını her zaman insana öyle anlatır ki, sanki siyah-beyaz bir filme çekilmiş bir film izlersin.
Yine de bizi önce evine götürüyor. Eşi Nezahat Hanım her zamanki gibi sevdiğim yaprak hingelini pişirmiş. Şunu söyleyeyim ki, Nezahat Niftalıyeva'nın dede ve nineleri 1937 yılında Kazakistan'a Kura Nehri kıyısından sürgün edilmiş beyler soyundandır. Stalin baskılarından geçmişler. Çimkent'te doğan Nezahat'ın ninelerinin Azerbaycan'dan getirdiği yemek tadından, adet ve geleneklerine kadar her şey - bu ocakta, bu nesilde ve neslin yerleştiği Mahtaaral ilçesinde bugüne kadar da yaşamaktadır. Garip ülkelerde garipleri tanıdıkça, bir mutlakı anladım, onlar vatan adet ve geleneklerini unutmuyorlar. Hatıralarla, yaşantılarında yaşatmakla nesilden nesile, hafızadan hafızaya aktarıyorlar.
...Akşamüstü telefonuma Hamza Jumayev'den bir arama geldi. Hamza Jumayev ile 2004 yılında Özbekistan'a özel muhabir postunun başkanı olarak atandığımda tanışmıştım. O zaman Hamza, Türkiye'de eğitim alan genç bir gazeteci olarak benimle dostluğa öncelik vermişti. Özbekistan Devlet Televizyonu'nda çalışıyordu. Bugün Orta Asya bölgesinde sevilen bir simadır. Onun her sözü gençler için yol ve derstir. Oğlu Muhammed Emir de babasının yolunu devam ettiriyor.
Hamza Jumayev, Özbekistan'ın tanınmış genç şairi ve gazetecisi, bu yakınlarda Cumhurbaşkanlığı ödülüne layık görülen Şuxrat Orif ile birlikte bizi akşam yemeğine davet etti.
Dostlarla buluşmak en güzel an ve bayramdır. Biz de Özbekistan'ın bağımsızlığının 34. yıldönümü arifesinde kardeş ülkeye misafir gelmişiz. Çilanzar ilçesinin meşhur restoranlarından birinde akşam yemeğine oturuyoruz. Sofra etrafında yapacağım işler hakkında – Sivil Toplum Kuruluşlarına Devlet Desteği Ajansı'nın donörlüğü ve Türk Medeniyeti Mirası Fonu'nun desteğiyle çekeceğim kayıp tarihimiz - “Zengi Kabileleri” (adını henüz tam kararlaştırmadık) tarihi-belgesel filmi hakkında dostlara bilgi veriyorum. Tam da sofra başında, geç vakit olsa da, Hamza da, Şuxrat da yarın ve sonraki günlerde yapacağım çekimler için izin meselesini hallediyorlar. Gerekli yerlerle konuşup yol haritamı hazırlıyorlar.
Şuxrat ve Hamza ile Azerbaycan'daki dostlardan, ülkemizin Zengezur koridoru ile ilgili elde ettiği son başarıdan ve aynı zamanda Özbekistan'ın Azerbaycan'a yaptığı manevi yardımdan da konuşuyoruz. Onlar konuştukça, gönüllerinde yer eden Azerbaycan sevdasının ne kadar yüce olduğunu daha derinden hissediyorum.
Kendi içimde seviniyorum ki, Orta Asya cumhuriyetlerinde seçtiğim dostlarımın hiçbirinde yanılmamışam. Ben Özbekistan'ı, Kazakistan'ı, Kırgızistan'ı... sevdiğim kadar, bu yerlerdeki dostlarım da benim Vatanımı aynı sevda büyüklüğünde seviyorlar.
...Sabah erken Zengi Ata ziyaretgahına yola çıkıyoruz. Zengi Ata ziyaretgahını kendi döneminde Emir Timur imar etmiştir. Emir Timur, Müslüman ve Türk dünyasının kutsal saydığı tüm evliyaların, pirlerin, şairlerin, tarihi şahsiyetlerin yattığı mekanlara her zaman özel dikkat gösterirdi. XI-XII yüzyıllarda yaşamış, asıl adı AyHoca Bağırkani olan bu evliyanın türbesini XIII yüzyılda imar etmişti. Emir Timur'dan sonra ise torunu Uluğ Bey de burayı inşa edip mozoleye çevirdi... Bu mozole-ziyaretgahın tarihini bilmek isterseniz, tarihi araştırmamız ekrana çıktığında bizi izlemeyi unutmayın.
Mozole kompleksinin gülistana benzeyen avlusu ziyarete gelip gidenlerle dolup boşalır. 13 asırdır ki, insanlar bu mekanı kutsal bilip, ziyarete gelip, niyetlerine ulaştıklarını söylemişler. Mozolenin avlusunun doğu tarafında kurbanlık yeri de var.
Zengi Ata ziyaretgahında Zengi dedenin mezarını da kayda alıyoruz. Tanrı'ya dualarımızı edip, iyi niyetle bu kutsal ziyaretgaha bir daha gelmeyi arzuluyoruz.
1 Eylül Özbekistan'ın Bağımsızlık Günü'dür. Telefonumu izlediğimde ilginç bir nokta dikkatimden kaçmıyor. İki gün önce, Taşkent'te devlet düzeyinde, açık hava altında düzenlenen, Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev'in de katıldığı bayram etkinliğinde ülkenin tanınmış şarkıcısı Yulduz Turdiyeva Karabağ hakkında şarkı söylemiş. Bayram konserinde yer alan yerel şarkıcılar da kendi Bağımsızlık bayramlarında Türk Birliği'ne dahil olan ülkelerin şarkılarını seslendirmişler. Bu manzaranın kendisi, Türk Birliği'ne karşı çıkmak isteyenlere muhterem Şavkat Mirziyoyev'in kültür dilinde ilettiği bir mesajdır desem, yanılmam.
Akşamdan Şuxrat Arif bize şöyle tavsiye etmişti ki, eğer Semerkant'a giderken Cizak yolu üzerinde yer alan Emir Timur kapılarını çekecek olursak, o zaman yol arabasıyla gitmek daha uygun olur. Size söyleyeyim ki, daha 15 yıl önce Özbekistan Demiryolları'nda hızlı trenle Taşkent'ten Semerkant'a 2 buçuk saatte ulaşmak gibi güzel bir fırsat vardı. Bugün de aynı Afrasiyob adlı tren Özbekistan yollarında hızla ilerliyor, Emir Timur'un kapılarından geçiyor.
Sahibkıran Emir Timur'un kapılarını çekmek için sabah erken otogara gelip yol arabasına bindik. Yaklaşık 55-60 yaşlarında olan sürücü çok temkinli ve rahat bir adama benziyordu. Ön koltukta oturan operatörümüz Fariz Şıxəlizadə ara sıra kamerayı çalıştırıp kendi işini görüyordu. Şansım onda yaver gitti ki, Fariz'e çekim alanında, iş vaktinde hiçbir şey söylemek gerekmiyor. Yönetmen yerine de, editör yerine de, operatör yerine de kendisi çok maharetle çalışıyor. Tam samimiyetle söyleyebilirim ki, işinin profesyonelidir.
Uzun yolları geride bıraktıkça, sürücümüz Şerzod ağabey bize Taşkent'ten Semerkant'a kadar olan 310 km mesafede yer alan şehirler ve obalar hakkında bilgi verir. Adı tarihte Maveraünnehir döneminden de eskiye giden Sirderya nehri hakkında konuşurken, buradaki balık türlerini sayar. Sirderya'nın Çinaz bölgesindeki balığı gerçekten de lezzetli olur. Bugün bu balığın tadına yeniden bakmaya ne yazık ki zamanımız yetmiyor. Özbekistan'ın birçok yerine balık buradan dağıtılır. Sirderya aynı zamanda kavun-karpuzu ile meşhurdur. Yol boyunca yaklaşık 30-40 kilometre mesafede köylüler kendi yetiştirdikleri kavun-karpuzları dizip satarlar. Buralar aynı zamanda toptan satış merkezidir. Özbekistan'ın çoğu ilçe ve şehrine bal gibi tatlı kavunlar buradan götürülür.
Biraz geçtikten sonra ise Cizak ve Nevai arasındaki yollarda sıra sıra geçen develer görünür. Develerin geçtiği yerlerde yasemen renginde yulgunlar vardır. Bu yulgun çalılıkları aynı zamanda lavantaya benzer. Buranın develeri saksaul değil, yulgunla beslenirler. Devenin sütü ve etinden elde edilen ürün de Tanrı'nın bu kutsal yerlerine ve insanlarına bir rızık payıdır. Buradaki develerin bizim develerden farklı olarak bir hörgücü var. Eğer yolumuzu değiştirip develerin arkasından gidersek, o zaman esrarengiz Aydarkul (Haydargöl) gölüne varacağız. Bu yapay olarak oluşturulmuş göl 3500 kilometrekare alanı kaplar. Özbekistan Cumhurbaşkanı'nın kararnamesiyle bu bölgede yeni bir Antalya yaratılıyor. Aydarkul gölü bundan sonra Orta Asya'nın Antalyası olmaya adaydır. Sürücümüz diyor ki, Aydarkul gölünün doğası çok esrarengizdir. Buralar ister suda, isterse de karada yaşayan hayvanlarla da zengindir. Aydarkul gölü etrafında turistlerin elinden yer bulmak bile zordur.
Biz Semerkant'a ulaşana kadar ise yollarda patates ve soğan pazarları, üzüm ve elma bağları da görüyoruz. Sirderya sahilinde yetiştirilen üzümler esasen şarapçılığa yarar. En iyi sofralık üzümler ise Fergana'da yetiştirilir. Bahmol ilçesinin elmasına ise söz söylenemez. Dehkanlar – Özbekler köylüye, toprakla çalışan insanlara “dehkan”, yani aynı zamanda “çalışkan” derler. Yol boyunca bağ-bostandan toplanan elmalar göz kamaştırır. Sürücüden rica ediyorum ki, arabayı durdursun bir kilo elma alalım. Şerzod ağabey uygun bir yerde otomobilini durdurur. Satıcı kızdan 1 kilo elma tartmasını rica eder. Elmanın parasını da kendisi öder. Özbek para birimiyle 15 bin sum (Azerbaycan manatıyla yaklaşık 2 manat). Şaşkınlık içinde kalırım. Şerzod ağabey der ki, “ben kendi vatanımın ürününü size takdim ediyorum, afiyet olsun”.
Biz Azerbaycanlılar da misafirperveriz. Lakin, çoğu zaman Özbeklerin misafirperverliğinin bizden daha aşırı olduğunu görmüşümdür. Özbekistan pazarlarında tezgahtan alıp yediğine göre, kimse sana ağır söz söylemez, aksine sevinçle “Alın, alın” derler. Özbekler hiçbir zaman kimsenin evine eli boş gitmezler. Ellerinde en az iki tane tandır ekmeği “non” götürürler. Bir lokmalarını bile tek yemezler. Yolda kalan yolcuyu evine götürür, susuza su verir, aç kalanın karnını doyururlar. Belki de bu yüzdendir ki, “Taşkent ekmekli şehirdir” deyimi dillerde ezberdir.
Taşkent'ten Semerkant'a kadar olan 300 kilometreden fazla alandan geçtikçe, bu toprağın nasıl zengin ve bereketli olduğu yol kenarında ekilen pamuğu, soğanı, patatesi, üzümü, karpuzu... tarım ürünlerinin bir nevi sergisine benzeyen panoramadan belli olur. Bu bolluk için Tanrı'ya şükrediyorum. Ucu bucağı olmayan bu yurtları insan emeği, insan zahmeti ve zihni canlandırır. Şerzod ağabey onu da diyor ki, dehkanların kendi yetiştirdikleri ürünleri serbest şekilde pazara çıkarmasında ve taşımasında hiçbir sorun olmuyor. Özbek kendisi ekip biçtiği ürününün sahibidir. Bugün Özbek insanı kendi devletine ve zahmetine güvenir.
Semerkant'ın yakınında yeni bir manzara dikkatimizi çekiyor. Bu ise “Yangi Samarkand”, yani “Yeni Semerkant” şehirciğidir. Bu şehircik insana tarihi bir filmi hatırlatır. Semerkant'ta olan tüm tarihi anıtların hepsinin benzeri veya eşi burada bir meydanda inşa edilip kurulmuş. Şimdi Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev kendi yüksek rütbeli yabancı konuklarını, devlet yetkililerini bu şehircikte kabul ediyor. Sanki Emir Timur'un 14. yüzyılda yarattığı geleneği devam ettiriyor. O zamanlar dünyanın sahibi olmak isteyenler Emir Timur'un Semerkant'taki başkentine gelirlerdi. Bugün de Semerkant Türk dünyasının kapısıdır.
...Gün öğlenin beline varmadan gelip Semerkant'a ulaşıyoruz. Taşkent'te yaşayan aziz dostumuz ve meslektaşımız, kıdemli gazeteci Ruzibay Koldaşev'in Semerkant'taki dostları bizi Uluğ Bey'in rasathanesinin eteğinde karşılıyorlar. Böyle güzel dostları görünce düşünüyorum ki, bir ülkede benim dostlarım kadar dostu olan gazeteci kendini şanslı saymasın da ne yapsın? Özbek dostlarımın bize bu kadar yüksek seviyede dikkat göstermesi yüreğimi göğsümden fırlatıyor.
Kültürel Miras Sivil Toplum Kuruluşu'nun basın sözcüsü Bahadur ağabey bizi “Guri Emir” Kompleksi'ne getiriyor. Burada da çekimlerimize çok büyük bir hevesle başlıyoruz, daha sonra her zaman olduğu gibi, Guri Emir Mozolesi'nde yatan Emir Timur Hazretlerini ziyaret etme vakti geliyor. Bu defa ise büyük fatihi Mozolenin direktörü Xuşnud Abdullayev ile birlikte ziyaret ediyoruz. Dedem Emir Timur'un mezarı önünde diz çöküp hem dua ediyorum, hem de ağlıyorum... Tanrı'ma şükrediyorum ki, bana böyle büyük bir makam vermiş. 20 yıldan fazladır ki, her defasında ziyaretine geldiğimde, mezarı önünde eğilmek nasibim oluyor.
Semerkant'a bu defaki seferimizde Türk Kültürü ve Mirası Fonu da hem destekçi, hem de istekli olmuştur. Biz Semerkant hakkında birlikte hazırladığımız filmde de ilginç noktalara değineceğiz.
Tabii ki, Semerkant'ta olup Emir Timur döneminden kalan tarihi anıtları kayda almasak, doğru olmaz. Neredeyse gün batana kadar Şahi Zinda ve Bibi Hanım komplekslerinde de çekimlerimizi sonlandırıyoruz. Burada ise bizi kıdemli gazeteci Yakubcan Hazratkulov yalnız bırakmıyor. İşimiz sona erdiğinde bizi demiryolu istasyonuna kadar kendisi şahsen uğurluyor.
“Şark” treni ile Taşkent'e gece saat 23.45'te ulaşıyoruz. İstasyon'dan otele gitmek için taksi çağırmak gerektiğinde, bizimle trende gelen genç bir gence başvuruyorum. Bu genç çocuk da, bizim için taksi sipariş veriyor... ve diyor ki, siz taksiye parayı ödemezsiniz, ben zaten yol paranızı ödedim...
Yine hayret... yine şaşkınlık... ve sonuç:
Devletlerimizin dostluğu gerçek kardeşliğe dönüşmüş, bu kardeşlik aynı zamanda kan kardeşliğidir. Özbekistan ve Azerbaycan kültür ve ekonominin tüm alanları üzere ortak işbirliğini genişletiyor. Özbekistan'daki büyükelçimiz, saygıdeğer Hüseyin Guliyev de iş adamı Emin Ağalarov'un Taşkent'in 40 kilometre uzağında bulunan Çervak dinlenme bölgesinde yapımına başladığı SeaBreez kompleksi hakkında konuşarak diyor ki, biz iyi olan neyimiz varsa, buraya getiriyoruz. Çünkü kardeş kardeşten hiçbir şeyini esirgemez. Artık tüm Özbek gençleri bir gerçeği biliyorlar ki, Özbekistan ve Azerbaycan adı olan yerde yalnız sevgi, saygı ve muhabbet en yüksek seviyededir.
... Sonuncu gün ise Timuriler Devlet Müzesi'nde Özbekistan'ın tanınmış yazarı, Devlet Ödülü laureatı, Emir Timur hakkında 4 ciltlik tarihi kitabın yazarı, Azerbaycan edebiyatının öz diline en mahir tercümanı Muhammed Ali'yi çektik. O şu anda Emir Timur Fonu'nun başkanıdır. Onu ilk defa 2007 yılında çekmiştim. Üzerinden bu kadar yıl geçtikten sonra da, büyük Muhammed Ali öğretmen beni unutmamış, kendi evladı gibi bağrına basıp, “Hoş geldin!” dedi. Sonra ise Emir Timur ve Azerbaycan hakkında güzel sohbetler etti...
Alimlerle görüşmek aydınlanmak demektir. Özbekistan'da olduğumuz 5 gün 4 gece boyunca tazelendim, yenilendim. Bu yüzden sevindim ki, Özbekler bugün çok refah içinde yaşıyorlar. Özbekler bugün BAY'dırlar! (Bay zengin, beyzade demektir). Bugün sıradan bir okul öğretmeni 1000 dolardan fazla maaş alıyor, doktorların aylık maaşı onların her birinin gidip yabancı ülkelerde gezip dolaşmasına imkan veriyor. Bugün Taşkent'in, Semerkant'ın sokaklarında Özbekistan'ın birkaç şehrinde üretilen “Chevrolet” markalı çok güzel otomobiller hızla ilerliyor. Otomobillerin fiyatı da erişilebilirdir. Her ailenin en az 1 otomobili var. Dünyanın en büyük şirketleri Özbekistan'a güveniyor, buraya yatırım yapıyorlar.
Özbekistan'ın gençlerinin gözlerinde ışık var, geleceğe inanç var. Bugün Özbek vatandaşı her yeni günde Özbekistan Cumhurbaşkanı'nın ülkenin, halkın refahının iyileşmesi için verdiği yeni kararnameyi işitir, hayatın refahlaştığına şükreder. Bu Özbekistan 10 yıl önceki Özbekistan değil, bu kurulan Yeni Özbekistan'dır. Bu Özbekistan o kadar zengindir ki, hatta Azerbaycan'ın işgalden azat edilmiş topraklarına sermaye yatırıyor, Füzuli'de Uluğ Bey okulu inşa etmiş. Yeri gelmişken şunu söyleyeyim ki, Emir Timur'un torunu Uluğ Bey Karabağ'da doğmuştu. İşte bu yüzden Karabağ'da adı ebedileşti. Bir zamanlar Semerkant'ta akademi kuran Uluğ Bey'in ilim-irfan arzusu şimdi de Azerbaycan'da kendi adını taşıyan ilim-eğitim ocağında çiçek açıyor.
Aida Eyvazlı Göytürk,
İpek Yolu Kültürel ve Tarihi Araştırmalar STK'sının başkanı,
AzTV'nin Enformasyon Programları redaksiyonunun büyük editörü